DİL VE KÜLTÜR

Birçok dilci, “Kültür” kelimesini batı orijinli kabul etse de, her milleti ayakta tutan esas dili ve kültürüdür.

DİL VE KÜLTÜR

Birçok dilci, “Kültür” kelimesini batı orijinli kabul etse de, her milleti ayakta tutan esas dili ve kültürüdür.

Bunu bilirim ve edebiyatla hemhal olmayı severim. Okuduğum metinlerin bazı satırlarında duygulanır ve uzaklara giderim. Yüreğim yorgunluğunu unutur şiirlerde, sanki kendimi bulurum şiir mısralarında.

Bazı edebi metinlerde anlatılanlara ise, pek bir anlam veremem ve bir manada yükleyemem. Şaşarım insanoğlunun ‘diline’ yaptığı ihanete.

Türk dilini ve yaşayan kültürünü çok önemserim. Dilin, yozlaşması ve kısırlaştırılması üzer beni ve yeter bu his benim hayıflanmama!

Oktay Sinanoğlu: “iki kuşak sonra dilimiz kalmaz” demiş, doğru bulmadım bu söylemi, ama elli yıl sonra dilimizin yetkin dil olma özelliğini kaybeder düşüncesinden de kurtulamadım. Dilimizin kısırlaşacağı, bugün yazılan metinlerin anlaşılır şekilde yarım asır sonra okunamayacağı korkusu taşırım hep içimde.

Her milletin dili ve kültürüyle var olduğunu bilirim. Dilin yaşayan bir varlık olarak, canlılığını korumasına önem veririm. En çok da, Çağatay devletini, örnek gösteririm konuşmalarımda.

Çünkü Çağatay devletinin, on yıllar gibi (kısa) ömrüne rağmen (otuz veya elli yılı geçmeyen sayıdadır ömrü) Çağatay lehçesiyle yazılanlar hala devletler dil ve kültüründe önemli yer tutar!

Her şeyi yerli yerinde ifade eden Türkçemizi, nazenin bir çiçek gibi görürüm ve hiç kıyamam bozulmasına. Kulakları tırmalayan ahenksiz kelimeleri söyleyenlere hayretle bakarım.

Acaba..!Kasten mi? Bilgisizlikten mi? diye düşünürüm konuşmalarını. Hayrete düştüğümüzde “vay anasına” ve ya “vay be” diye kullandığımız kısa cümlenin yerine, kibarlaştığını sanan birinin, Fransızca ve budalaca “vaavv” demesi sıkar canımı.

Çok önemserim: “Kendi dilini bilmeyen başka bir dili de öğrenemez.” sözünü.

Türkçemizde, kullanılan, halamın, dayımın, amcamın, teyzemin oğlu/kızı gelini damadı, yerine, dilin alışkanlıklarla kısırlaştığını fark etmeden, toptancı bir anlayışla “kuzen” denmesi. Anne ve babaların çocuklarına “aşkım” demesi ve çocukların (affedersiniz) dudaktan öpülmesi; insanların bilinçsizce ferasetten uzaklaşması gibi gelir bana.

Atilla İlhan’ın deyimiyle kendime “ben geri kafalı mıyım” derim. Ama dilimizin yozlaşmasını da hiç sindiremem.

Cehaleti düşman bilir kasıtlı konuşmaları bir türlü kabullenemem.

Ben köylü çocuğuyum ve köylerde büyük ve küçük evcil hayvanlar bulunurdu eski devirlerde. Eti yenen hayvanlarla, eti yenmeyen hayvanların yavrulamaları bile ayrı anlatılırdı dilimizde. Eti yenenler yavrulayacaksa ‘kuzulacı’, buzalacı, gibi ifadelerle hayvanın durumu belirtilirdi.

Eti yenmeyenlere de, (at, eşek, kedi ve köpekte dâhil) “kunnacı”, doğum yapacak kadına “gebe” denilirdi. Şimdi hepsine birden “gebe” diyorlar.

Hayvan yavrularının isimlendirilmeleri de aynı durumdaydı. Camızın yavrusuna “malak”, ineğin yavrusuna “buza!”, keçinin yavrusuna “oğlak”, koyunun yavrusuna “kuzu”, eşeğin yavrusuna “sıpa”, atın yavrusuna “tay”, denilirdi.

Şimdi yavrulayacak olanların çoğuna “gebe” yavrulara da, “çocuk” diyorlar.

‘’Bir ülkenin kanunlarının çiğnenmesinden sonra en büyük suç, dilinin çiğnenmesidir.

’’Walter Lanoor.

Rus yazar Grigory PETROV, Beyaz Zambaklar Ülkesinde (bir milletin dirilişi) kitabında “Kültürel yönden yükselmiş medeni milletler sömürülemez” diyor.

Demeyle de kalmıyor ve milletleri, içinden yıldırımlar çıkaran bulutlara benzetiyor. Liderleri de “Yıldırım” olarak değerlendiriyor.

Demek ki medeni millet olmak için belli birikime sahip olarak; benliğimizi kaybetmeden, dilimizi korumak ve geliştirerek kültürel medeniyette yükselmek gerekiyor.

Peki, biz, bilgisizce, kopyacılık yaparak, kendi dil ve kültürümüze yabancılaştıkça, geçmişte kurduğumuz medeniyetlerden uzaklaşmış olmuyor muyuz?

Bunu tartışmaya bile gerek görmüyor ve kişisel olarak söylüyorum ki, geçmişte yapılan harf devrimini de yerinde bulamıyorum.

Buna rağmen cumhuriyet döneminde ki kazanımlarımızı ve oluşan kültürümüzü de aşındırmaya ve ya yok etmeye razı olamıyorum.

Yazışmalara bakıyorum kendimizi, bazen kısa, bazen de yabancı kelimelerle (tşk, ok gibi) ifade etmeye çalışıyoruz.

Ayrıca son günlerde ise tek kelime çılgınlığı yaşanıyor ve niyet okur gibi tek kelimeyle mesaj verme çalışmaları da, heyulayı(korkutucu) bir durum olarak görünüyor.

Şehirlerde ki isim tabelalarının durumu da ayrı bir dert ve üzüntü kaynağı; Ankara caddelerinde dolaştığınızda, nereye baksanız, bir şaşkınlık yaşıyorsunuz ve ticari işletmelerin tümünde, Türkçe isimleri mumla arar durumda oluyorsun.

Özellikle, Kızılay’ın göbeğinde, bir başka Avrupa ülkesinde geziyormuş hissi yaşıyor ve bu kadarı da, yabancı hayranlığı mı, diye karmaşık düşünceye dalıyorsun.

Bu durum aşağılık duygusu sonucumu? Diye kendi kendine sormak istiyorsun.

Bunları anlamak bile insanı üzüyor ve başkalarını kopya bizi biz olmaktan uzaklaştırıyor. Ayrıca insanımıza kültür yozlaşması yaşatıyor.

Bu durum da, ait olduğumuz, Türk ‘dil ve kültürü ile’ “biz olmamızı zorunlu kılıyor.

Hoşça kalın!

Nezih Yıldırım