ELEŞTİREL BİR YAZI
Türkiye, yoğunluk içinde; bir yandan dünya gündemini, diğer yandan “terörle” mücadeleyi takip ediyor/sürdürüyor. Bunları yaparken de haklı olarak terörden arınmış günleri umutla bekliyor. Ülkemiz böyle bir beklenti içindeyken bizde geriye doğru iç dünyamıza, bir bakalım istedik.
Geçmiş yıllarda köşemde, ”Başın Öne Eğilmesin” türküsünün güfte yazarı “Sabahattin Ali’yi” anlatmıştım.
Şiiri, Sinop ceza evinde yazıldığı için bizimle alakalı kabul etmiş ve ceza evinin geçmiş durumunu “insanlık ayıbı” olarak nitelendirmiştim. Şimdi müze olan bu yeri gezdiğinizde, şahsıma hak vereceksiniz.
Makalede “sağcı/solcu” meselesi yapmadan düşünce adamlarının mağdur edilişlerini Sabahattin Ali’nin şahsında anlatmaya çalışmış, ölüm şeklinin de hoş olmadığını söylemiştim.
Öyle eleştiriler almıştım ki, birisi: “Kardeşim elin Komünistini savunmak sana mı düştü” demişti. Bunu hiç unutamam ve bu adama anlatabileceğim bir şeyin olduğunu da sanmam, ama ağlanacak halimize gülmeyi de kabullenemem.
Farklı düşünmenin insanlık gereği olduğuna inanırım. Ne var ki bu konuda insanımız renk körü gibi ya gri ya siyah ve ya her konuyu bilen durumda.
Dinden konuş “dini”. Siyaset konuş, “siyaseti,” tıptan konuş “tıbbı” (25 yıl Avrupa’da eserleri ders olarak okutulan İbni Sina, sanki.)
Tarih zaten bizim işimiz insanımız, âdeta : “HERODOT” (tarihin babası). Konuşmalara bak ve “Bilge” toplumu gör.
Belki de öyleyiz ama biz farkında değiliz.
Ancak görüntü bu düşünceyi doğrulamıyor maalesef. Düşünmeyen ve başkalarını beğenmeyen, boyumuzdan büyük işlerle uğraşan sabırsız (bir) toplum görüntüsü veriyor bakana.
Bir adam, ömründe iki keçi gütmemiş ve bir kitap okumamış, kendini idare etmekten aciz ama herkesi eleştiriyor.
Emperyalistlerin kuşattığı ve içerideki işbirlikçilerin desteğiyle yıkmaya çalıştığı Osmanlı İmparatorluğunu 33 yıl ayakta tutan, üstün zekâsı ve dirayeti dost, düşmanca kabul edilen; Allah dostu ve peygamber aşığı II. Abdülhamit Han’a hakaret ediyor.
Abdülhamit Han’ın eğitime verdiği önemi, bugün bile büyük proje durumunda bulunan İstanbul, Bağdat, İstanbul-Hicaz demiryolu projesini tamamladığını.
Parayla toprak satmadığını 1.dünya harbinde Yunanın topraklarımıza girmesiyle Başkenti İstanbul’dan Konya ya taşıma kararını bildiren, Talat Paşa ve Ekibine İstanbul’u terk etmeyeceğini söylediğini, “Bizans hükümdarını örnek göstererek, “Anadolu’ya kaçmaktansa, düşmanla çarpışarak ölürüm. ”dediğini ve İstanbul’un düşmesine mani olduğunu.
Talat Paşa huzurdan çıkınca “Biz kimi indirip kimi İş başına getirmişiz” dediğini nereden bilecek konuşanlar.
Ağız dolusuna konuşmak için günün şartlarını da bilmek gerekmektedir. Bilmeden konuşan insanlara diyecek bir şey bulamıyorum.
Bir insan Allah’tan korkmuyor, tarihten utanmıyorsa diyeceğim sadece, “Her Yönüyle Sultan İkinci Abdülhamit” Mustafa Müftüoğlu’nun 1985 yılı baskılı, kitabını tavsiye etmek olacaktır.
Birde Sultan Vahdeddin hakkında, gelişi güzel yazılar yazıp karalama yapıyorlar. Bilinmelidir ki; Sultan Vahdeddin kesinlikle bir hain değildir. İngiliz Gemisiyle kaçtı iddiaları da doğru değildir.
Günün şartları içinde Saltanatın kaldırılmasıyla sınır dışı edilmiş ve İngiliz gemisine bindirilmiştir. Kendisine bağlı halk ve birlikler vardı ama öyle bir yola tevessül etmemiştir. İstenmiyorsam gidiyorum diyebilmiştir.
Ayrıca Sultan Vahdettin Hanım Sultanlardan birinin saraydan aldığı altın tabakayı da “o milletin malıdır” diyerek bıraktıracak kadarda soylu bir İmparator ve Halifedir.
Bize öğretildiği şekliyle İlkokulda heyecanla okuduğum “Haykırdı Alçak diye Sultanın Suratına” ifadeli şiiri okuyuşuma hala üzülürüm. Vahdeddin hakkında da Prof.Dr. Metin
Hülagü’nun “Yurtsuz İmparator Vahdeddin” ‘İngiliz Gizli Belgelerinde Vahdeddin ve Osmanlı Hanedanı’kitabından faydalanılabilir.
Birde “Din” Reformcuları; var “dinde” reform sözlerini aldatıcı buluyorum. Dinde Reform olmaz problemleri çözmek için işti’ hat kapısının açık olması yeterlidir.
Bazıları, Kuranı doğrudan anlamak yeterli aracıya ne gerek var diyerek “Sünneti” görmezlikten geliyor ve ya sünneti unutturmak istiyorlar! Bunlar İslam’ın “İşti hat” Kapısından habersiz olanlardır.
Eğer, İslam-ı anlamada aracı gerekmeseydi Cenabı Allah peygamberler göndermez bizlere doğrudan din vaaz ederdi.
Beşeri kanunları bile anlayamayan ve ayrı bir hukuk ihtisası gerektiğine inanan bizler “metafiziği” (Fizik ötesini veya öteler ötesini) rehber olmadan nasıl anlayacağız?
Aslında herkes haddini biliverse ne iyi olur değimli? Umarım “Diyanet İşleri Başkanlığı” bu konulara açıklık getirecektir. Onu da onlara bırakalım.
Kişi anlayışına göre din olmaz bunu bilelim peşine düştüğünüz insanlar isterse Profesör olsun fark etmez!
İyi bildiğimiz bir şey var ki iki yanlış bir doğru etmez.
Yazımı eleştirenlere gelince; eski yıllarda “Büyük Ergenekon ”diye bir belalım vardı. Bu beyefendi buraya yazmaktan hicap duyacağım “ifadeler” kullanır ve ben o sözleri yazmaya utanırdım.
Sadece “Gazetemize” saygısızlık derecesine getirmeden bu sözleri iade etme ve sözü “sahibine” ait olduğunu söylemekle yetinirdim.
Ayrıca bu şahsı tanımıyordum ve kişisel bir meselesi olacağını da sanmıyordum. Şahsi telefonum ve “mail” adresim “gazetemizde var” lütfen ne derdin varsa oraya söyle diye de yazmıştım.
Bu kadar hakarete rağmen o arkadaşımızı “Okur” kabul etmiş ve insaf diyerek, okumadan/öğrenilmeden âlim olunmayacağını hatırlatıyordum. Ve de “Edep Ya Hu” diyordum.
Diğer okur ve eleştirilerine gelince, pohpohlanmak nefsime hoş gelebilir ama Mevlana da “Marifet İltifata” tabidir” der. Usturuplu eleştiri de doğruyu bulmada yardımcı olur.
Demek ki yanlışı da söylemek gerekir ama usturuplu ve edeple, hayâ dairesi içinde kalarak.
Gerçi herkes ayni düşünme durumunda değil ama her işte bir ölçü olmalıdır.
Yazı başlığını “Eleştirel bir Yazı” olarak koyduk ama okurlarım “Hasbıhal” kabul edecektir ona inanıyor ve alakanıza teşekkür ediyorum.
Hoşça kalın...!