Gülay Çil Kayapınar

Bir çarşamba akşamı rahmetli Ahmet Kabaklı’nın konferansını ön sırada pürdikkat dinleyen Yavuz Bülent Bakiler’i gördüğüm an hatırımdan çıkmaz. Yavuz Bülent Bakiler ile ikinci karşılaşmam katıldığım bir konferans oldu. Konuşmacı Yavuz Bülent Bakiler idi! Bakiler, konuşuyordu eğitim üzerine. Dinliyordum. Dinliyordum. Mütevazı olduğu kadar da heybetli idi. Dinleyici kitlesi kıpırdamadan onu dinliyordu. Ağzından bal damlıyor, kelimeler yüreğinden dökülüyordu sanki. Üç dört saat hiç nefes almadan “eeee”, “şey” demeden” konuşmuştu. Müthiş kelime dağarcığına sahipti. Bahsini ettiği bütün mevzuların künhüne vakıftı. Müthiş bir hafızaya sahipti. Konuşurken coşkusu gitgide artıyor, heyecandan hiçbir şey kaybetmiyordu. Bakiler’i gözümü bile kırpmadan, kıpırdamadan saatlerce dinlemiştim. Şairi rûberû dinlemenin heyecanı içindeydim. Yavuz Bülent Bakiler karşımda idi, konuşuyor, konuşuyordu ben de dinliyordum. Büyük bir hatibi dinliyordum!

Ancak kalple anlaşılan mısralar yazan Yavuz Bülent Bakiler, “Şiir yazarken duyduklarımı, düşündüklerimi dile döküyorum. Fazla büyütmeden içimden gelen duygulara kelimelerin tercüman olmasını sağlıyorum o kadar, yoksa ben haddimi de bilirim. Büyük laflar edip laflarının altında kalan şairler gibi de olmak istemem. Kelimeler, benim için bir anne sıcaklığı gibidir.” der. Yahya Kemal’in “Bu şiirin künhü dimağla, gözle görülmez, yalnız kalple anlaşılır.” sözü hasbi olarak yazan Yavuz Bülent Bakiler’e bir işaret değil mi?

Bir röportajda Yavuz Bülent Bakiler: ”Ankara Hukuk Fakültesine girdiğim yıllarda topluluk önünde beş dakika bile konuşamıyordum. Namık Kemal bir yazısında ‘Bir insanın zekâsı bildiği kelime sayısıyla ve ülkelerin kalkınması insanların kendi dillerine bağlılıklarıyla orantılıdır. Ülkelerdeki siyasi ve iktisadi gerilikler dildeki bozukluklardan kaynaklanır.’ diyordu. Namık Kemal'in bu yazısından çok etkilendim ve okumaya başladım. Yeteri kadar kelime haznesine sahip olduktan sonra bir topluluk önünde dört saat boyunca hiç durmadan, bu arada "şey" demeden konuşabilir hale geldim.” diyor.

Yavuz Bülent Bakiler’e ait aşağıdaki ifadeler de çocuklarımız için, gençlerimiz için sarsıcı, çarpıcı, düşündürücü, etkileyici.Aşağıdaki ifadeler defalarca okunması gereken satırlar:

“Üniversitede üç beş dakikalık konuşma kabiliyeti içinde değildim. Kendi kendime diyordum ki yarın sen avukat olacaksın, hâkim olacaksın, topluluk karşısına çıkacaksın, söz söyleme kabiliyetin yok. Böyle insan olur mu? Sonra kendi kendime sordum: Nasıl olmalı ki söz söyleme kabiliyetine sahip olmalıyım? Kelime dünyam zengin olmalı. Kelime dünyam zengin olmadan konuşmam mümkün olmaz. Yoksa konuşurken ikide bir –ee derim –aa derim. Yani birtakım çirkin sözlerle zamanı çirkinleştirmeye başlarım. Şimdi ben gördüm ki okudum ki kelime dünyası zengin kişiler meramlarını doğru ifade edebilirler. Oturdum ve okumaya başladım. Okudukça çok cahil bir insan olduğumu gördüm. Neler varmış da ben o güne kadar farkına varamamışım. Okudukça hafızamda yeni kelimeler filizlenmeye başladı. Günün birinde o kelime dünyam zenginleştikten sonra bana topluluk önünde söz söyleme vazifesi verildiği zaman öyle üç beş dakika değil bir iki saat değil, dört saat konuşmaya başladım. Bunu ben tamamen kitaplara borçluyum. Bu yüzden çocuklarımızı kitaplarla dost etmeli ve evlerimizin bir köşesini mutlaka kitaplık haline getirmeliyiz.” “Dil konusunda hassas davranmak zorundayız. Bir kere her şeyden önce evimizde kapsamlı bir lügat bulundurmalıyız. Onun yanında küçük de olsa bir kütüphanemiz mutlaka olmalıdır. Dilimizi buduyoruz sonra da şikâyetçi oluyoruz. Hepimiz hep birlikte dilimize sahip çıkarsak ancak başarılı oluruz. Türk ve Müslüman’sanız bu ülkede en çok kitaptan kaçarsınız oysa 'Oku' emriyle başlayan bir

kutsal kitaba sahibiz ki ne kadar çelişkili bir durumdur bu. Kimse kusura bakmasın bana göre kitapsız kütüphanesiz evler mağaradan farksızdır.''

“Bir İngiliz çocuğu Şekspir'i rahatlıkla okurken bizim üniversite bitirmiş çocuklarımızın kendi eserlerini doğru dürüst okuyamamaktadır. Bir insanın zekâsı bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Ne kadar çok kelime bilirseniz o kadar rahat düşünür ve bilim yaparsınız. Bu günlerde Türkiye'de dil üzerine düşünen insanların kabul ettiği bir gerçek var ki 'Türkçeleşen Türkçedir.’ Siz bu gerçeği inkâr ettiğiniz yerde asla Atatürk'ün hedef gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşamazsınız. “ “Annesine Türk edebiyatında en çok şiir yazan şairlerden biri benim. Bunun sebebini de sizinle paylaşayım: Askerde takım komutanıydım. Bir askerimin annesi şehre gelmişti. Bölük komutanından izin istedi alamadı. Ben izin verdim ama zamanında gelmesi için de tembihledim. Asker zamanından önce gelmişti. Sebebini sorduğumda annesinin sözlerini bana aktardı. Annesi şöyle söylemişti oğlunu geri gönderirken: ''Ben anayım oğul sana nasıl bakmaktan doyarım. İmkân olsa sana yıllarca bakmak isterim. Gözün karnı yok ki doysun. Oğul, var git kışlana teslim ol''. Bu sözleri işitince oldukça duygulandım ve kendi anneme şiir yazmadığımın farkına vardım. Ondan sonra da annem için çok şiirler yazdım.”

Anneciğim bilmem farkında mısın Söylenmemiş en mübarek en aziz Duygularla çepeçevre çaresiz Sana yöneldiğimin farkında mısın? Yavuz Bülent Bakiler, büyük şair: Samimi, naif, içli. Azerbaycan’dan ,Sivas’tan kopup gelmiş coşkun akan bir akarsu, yanık bir türkü. Sanki onun her bir mısrasında gözyaşı mürekkep olup kağıda dökülmüş. Şiiri, yağmurun inişi gibi usul susul iniyor insanın yüreğine. Bakiler, mısralarına haykırışlarını, feryatlarını, gözyaşlarını saklamış bir içli şair. Uzun susuşları nakış akış işlenmiş şiirine:

Ben kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye Mahzun kağnılarla, nazlı yaylılarınla Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye!.. Bir peygamber sofrasıydı soframız Biraz tandır ekmeği, biraz çökelik..