ÖLÜMÜNÜN 8.YILINDA ERBAKAN;
Cumhuriyetimizin 54.Hükümetini kuran Başbakan Prof.Dr. Necmettin Erbakan (27.02.2011 tarihinde) hakka yürümüştür. Hocamızın ölümü ile kişisel olarak büyük bir boşluk yaşamış ve "ERBAKAN'IN ARDINDAN " başlığı ile köşemizin elverdiği ölçüde duygularımı yazıya dökmüştüm.
Bu yazımı ufak rötuşlarla okurlarımızla yeniden Paylaşacağım. Zira devlet adamlarımızın genç kuşaklar tarafından Tanınmasını önemsiyorum.
Hocamız Erbakan, Cumhuriyetimizin ilanının 3.yılında ve bir Cumhuriyet Bayramında, 29 Ekim 1926 tarihinde Sinop'ta dünya gelmişti.
Başbakanlıktan uzaklaştırılış muhtırasının verildiği günün 14.yılına bir gün kala 27 Şubat 2011 günü Allah’ın(mealen) "Her canlı ölümü tadacaktır" emri gereği, ulu bir çınar gibi bu dünyadan baki aleme göçüp gitmiş, yani Hakka yürümüştü.
Peki, hocamız Erbakan kimdi bunun ne davası vardı? Kendi ifadesi ile “ne yaptıysam Allah rızası için yaptım” diyen Erbakan’ı Türkiye partileri Kapatılan, partisinin her kapanışında yeni bir parti kuran azimli ve siyasi hırslı bir lider olarak tanıdı.
Türk insanının bu kıymetli insanı öyle tanıması da normaldi. Çünkü Siyonistler ve yerli işbirlikçiler öyle tanıtmışlardı. Kendileri de bu duruma içerler ve "Hans bizi anladı da Hasan anlamadı" derdi.
Hocamızın geçmişine baktığımızda bu sitemkâr ifadesinin haklılığını daha iyi anlayabiliyoruz. Ama insanımıza da hak veriyoruz;
Çünkü İnsanımız nerden bilebilirdi? Erbakan hocanın 1952 yılında Almanya'da Leopar tanklarının gelişim projesi mühendisi olduğunu, Alman devleti tarafından her imkân sağlandığı halde insanımızın derdini dert edindiğini ve bu imkânları elinin tersiyle ittiğini.
Anadolu topraklarında çift süren traktörlerin dışarıdan getirilerek insanımıza fahiş fiyatlarla satılmasına içerlediğini ve mutlaka yerli sanayi kurularak "traktörün Türkiye'de yapılması şarttır" dediğini. Tüm engellemelere rağmen 1956 da Türkiye'de ilk milli motoru ürettiğini.
Bu gün hala yerli araba üretimimiz yokken 1961 yılında her şeyiyle milli olan ve hala faal bulunan "Devrim" arabasını yaptığını."Fabrika yapan fabrikalar" kurarak "Zengin Devlet Zengin millet" meydana getirmek istediğini.
Attığı temellerle alay edilirken o yapılan eleştirilere kulak asmadan "ülkemiz kalkınmalıdır, bunun manevi sorumluluğu vardır" diyerek, Osmanlının İhtişamlı günlerini arzuladığını ve "Yeniden Büyük Türkiye" dediğini.
"İnanmış adam tekeden süt çıkarır" dediğini ve başarıya inanmanın şart olduğunu ve inanan insanın her şey yapabileceğini söylediğini. “İman varsa İmkân vardır" vecizesiyle hiçbir şeyin imkânsız olmadığına inandığını.
Gecekonduda oturan bir ailenin "evde yatan hasta annesine ekmek almak için ekmek arabasının peşinden çıplak ayakla koşan çocuğu" anlatırken ağlayan bir yürek taşıdığını.
Herkes kendinden mesul anlayışının cari olduğu bir dönemde, ta Afrika'nın bir köyünde aç kalan bedevi bir çocuğun ıstırabını yüreğinde hissettiğini. Milli sanayi kurmak için gece gündüz çalışırken, üretmeden kazananların karşısına dikildiğini. Ve "Türkiye'yi 500 aile sömürüyor" dediğini.
Bu nedenle de başbakanlığı döneminde emperyalist para babalarını karşısına alarak, "Kamuda Havuz Sistemi Kurduğunu" Faiz sisteminden dolayı "her gün 15 tırla harıl, harıl Türkiye'den dışarı para akıtılıyor “dediğini.
Her ile bir fabrika yaparak insanımızın müreffeh bir hayatla doğduğu topraklar üzerinde yaşaya bileceğine inandığını. Büyükşehirlere yığılan insanların sefalete itilmesine gönlünün razı olmadığını.
Tarımı desteklediğini. İktidarı döneminde tarım ürünlerine konan kotaları tanımadığını ve ekicilerine pancar paralarını peşin ödediğini. Başbakanken "Faizci kapitalistler" diyerek “eğer çay içip gideceklerse buyursunlar yoksa reçetelerine ihtiyacımız yok” diyerek, "İMF" heyetine randevu bile vermediğini.
Kötü yönetimlerin ülkemizi geri bıraktığını Avrupa Taklitçiliğiyle Türkiye’nin kalkınamayacağını ve Manevi kalkınma olmadan maddi kalkınmanın da mümkün olamayacağını bildiği için "Önce Ahlak ve Maneviyat" dediğini.
Avrupa’yı ve onların kültürünü iyi bildiğini. Bazılarının başka yer(parti)lerden aday olmak, rant elde etmek için kendisiyle çekilmiş fotoğrafları bile gizlediğini.
Erbakan hocamız; İnanmış, Allah ve Resulüne dost olarak yaşamış bir liderdi.
Çoğumuzun bilmediği çok şeyi biliyordu.
Dünya üzerinde yaşayan yaklaşık(o gün için) 7 milyar insanın idaresinden sorumlu olduğumuzu düşünüyordu önce memleketimizi kalkındırmayı ve dünyaya yön verebilmek için İslam birliğinin kurulması gerektiğini düşünüyor ve savunuyordu.
Birleşmiş milletlerin yanlı kararlarına şiddetle karşı çıkıyordu. Bu gün söylem olarak kulaklarımızda ki, dünya beşten büyüktür lafını farklı şekilde haykırıyordu.
Ayrıca çalışmayı ibadet kabul ediyordu Kendisine "Mücahit Erbakan" Denmesini seviyordu.
Ve "Cihadı" insanların mutluluğu için çalışmak olarak görüyordu.
Deryalar gibi gönlü vardı, Başbakanlığı döneminde nasip oldu yakınında çalıştım(9 ay Müdürlüğünü yaptım) bir kere kızdığını görmedim. Ufuk sahibi Öğretici ve yol gösterici ve de ikna ediciydi.
Yakının da ve emrinde çalışmış biri olarak şahidiyim ki; Her şeyi ile Milli idi. Yapmak istediklerini yapamadı. Ama temellerini attı ve Türkiye'yi lider ülke yapacak yolu gösterdi.
Allah'ın peygamberini "Önder" kabul ediyor ve ona dost olma yolunda yürüyordu. Kur'an-ı kerimi rehber edinmişti ve inandığı gibi yaşıyordu.
Ölümünden sonra 70 ülkede gıyabi cenaze namazı kılındı. Buna Mekke'de da dâhildir.
Onun Particiliği İktidar kavgası değildi dünyaya yön verme mücadelesiydi.
O İyi bir Müslüman'dı ve 8 yıl önce hakka yürüdü. Ben en yakınanda bulunmuş biri olarak, ehlisünnete uygun yaşamaya çalıştığına şahadet ediyorum.
Ve ölümünün 8. Yılın(27.02.2019) da Onu Rahmet anıyorum.
Ruhu “ŞAD” olsun.
Nezih Yıldırım 25.02.2019