Bu yazıma bir dönemin sıcak nostaljisiyle başlamak istiyorum: 1970’ler ve 1980’ler.

“Masa Ücreti”

OSMAN ÇAKIR/ 28 Ocak 2025

Bu yazıma bir dönemin sıcak nostaljisiyle başlamak istiyorum: 1970’ler ve 1980’ler. 

O yıllarda bir kahvehane ya da çay bahçesine gittiğinizde, oturduğunuz masaya çay getirilmesi âdeta bir ritüeldi. 

Siz isteseniz de istemeseniz de çay önünüze konur, bu durum kimseye garip gelmezdi. 

Kahvehaneler yalnızca içecek sunulan yerler değil, aynı zamanda sosyal hayatın nabzını tutan, sohbetlerin ve dostlukların beslendiği mekânlardı. 

Kasetçiden alınan VHS ya da Betamax Türk filmleri kahvehane köşelerinde izlenir, bir yandan film seyredilirken dağıtılan çay veya gazozdan almamak neredeyse mümkün olmazdı. 

Bu uygulamalar, her ne kadar müşteriyi zorunlu bir tüketime yönlendirse de, dönemin samimiyeti ve ekonomik dengesi içinde yadırganmazdı.

Bugün ise o samimiyetin yerini daha "profesyonel" ve ticari bir yaklaşım almış gibi görünüyor. 

Gazetelerde karşılaştığım bir haber, İstanbul, İzmir ve Aydın gibi şehirlerde bazı işletmelerin “masa ücreti” uygulamasını başlattığını duyuruyor. 

Bu uygulamaya göre, müşteriler çay veya kahve siparişi vermediği takdirde, oturdukları süreye göre ekstra bir masa ücreti ödemek zorunda kalıyor. 

Hatta bazı lüks kafelerde, belirli bir alt limitin altında sipariş veren müşterilerin oturmasına izin verilmiyor. Örneğin, 220 TL altı sipariş verenler, geniş masaları işgal edemiyor.

Bu durum, özellikle çay ve kahve fiyatlarının astronomik seviyelere ulaştığı (çay 50 TL, kahve 100 TL) bir dönemde, işletmelerin artan maliyetlerini karşılamak için bir çözüm arayışı olarak görülüyor. 

Bu çözüm, müşteri ve işletmeci arasında yeni bir gerilim hattı oluşturmuş durumda.

Yukarıda ifade ettiğim gibi, 1970’ler ve 80’lerin çay bahçeleri, birer sosyalleşme mekânıydı. 

Çayın ve gazozun fiyatları cüziydi; bir masada saatlerce oturup sohbet etmek kimseye bir maliyet yüklemezdi. 

İşletmeler için de “çay servisi” bir zarar değil, aksine müşteri sadakati yaratan bir unsurdu. 

Bugün ise çay ve kahve, yalnızca bir içecek değil, aynı zamanda mekânların varlığını sürdürmesi için bir gelir kaynağı. 

Artan kira, enerji, personel maliyetleri gibi nedenlerle işletmeler, müşterilerden daha fazla harcama yapmalarını bekliyor.

Lakin mesele yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda toplumsal alışkanlıkların ve mekânların işlevinin değişimi. Yaşadığımız çağda bir kafede oturmak, sadece çay içmekten çok daha fazlasını ifade ediyor. 

İnsanlar, kafeleri çalışma alanı, toplantı mekânı ya da bir nevi özel ofis olarak kullanıyor. Bu durum, özellikle uzun süre oturup az sipariş veren müşterilerle, işletmeler arasındaki ekonomik dengenin bozulmasına neden oluyor.

Masa ücreti uygulaması, aslında bir anlamda taksimetre açılışına benziyor. Müşteri, masaya oturduğu andan itibaren bir maliyetle karşı karşıya kalıyor. 

Bu uygulama, işletmeler için mantıklı görünse de, müşteri memnuniyeti açısından pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor. 

Bir kahve fiyatının 100 TL’ye yaklaştığı bir ortamda, “sadece oturmak” isteyen bir müşteri, kendini baskı altında hissedebilir. Özellikle de alt sipariş sınırı koyulan masalar, sosyoekonomik dengesizlikleri daha da görünür hale getirebilir.

Taksim gibi lüks semtlerde bu uygulamanın yaygınlaşması, müşteri kitlesini de belirli bir gelir grubuyla sınırlıyor. 

Sıradan bir vatandaş, sadece oturmak ve arkadaşlarıyla sohbet etmek için bu masrafları göze almak zorunda kalıyor. Bu da sosyal mekânların demokratikliğini zedeliyor.

Bu uygulamanın haklı nedenleri olsa da, işletmeler ve müşteriler arasında bir denge kurulması şart. 

İşletmeler maliyetlerini karşılamak zorunda, ancak bunu yaparken müşteri memnuniyetini göz ardı etmek, uzun vadede zarar getirebilir.

Belki de çözüm, müşteriyi zorlamadan “doğal bir harcama” ortamı yaratmaktan geçiyor. Örneğin, bazı Avrupa şehirlerinde, uzun süre oturmak isteyen müşteriler için ayrı bölümler ya da daha uygun fiyatlı ürün seçenekleri sunuluyor. 

Türkiye’de de benzer şekilde, düşük tüketim yapan müşterilere uygun alanlar ayrılabilir ya da masa ücreti daha makul bir seviyede tutulabilir.

Sonuç olarak, kahvenin kırk yıllık hatırı, bahane olan çayın içten, samimi sohbeti bugün ekonomik kaygılarla tartışmaya açılmış durumda.  

Kahvehaneler ve çay bahçelerinin samimi ortamından bugünün ticari kafelerine uzanan bu değişim, toplumun sosyoekonomik yapısındaki dönüşümün bir yansıması. 

Masa ücreti ve alt sipariş sınırı uygulamaları, kısa vadede işletmelerin maliyetlerini karşılayabilir, ancak uzun vadede müşteri memnuniyeti ve sosyal mekânların demokratik yapısı açısından ciddi sorunlara yol açacağa benziyor.

Bir fincan çayın ya da kahvenin etrafında dönen sohbetlerin yerini, ekonomik hesapların aldığı bu yeni dönemde, umarım ki işletmeler ve müşteriler arasındaki bu “zoraki hesap” dengesi yeniden kurulabilir.

Unutmayalım, bir fincan kahvenin hatırı kadar, bir müşterinin memnuniyetinin de kırk yıl sürecek bir değeri vardır.