Bizler siyaseten "Milli Görüş" geleneğinden geliyoruz. Bu gelenekten gelen ve Ankara Milletvekilliği yapan Ersönmez Yarbay, Kahramanmaraş Milletvekilliği yapan Av. Mehmet Ali Bulut ve Mehmet Tezel gibi birkaç arkadaşımızın bir araya gelerek kurdukları ""SERVER VAKFI”NIN Çarşamba programlarını yakinen takip ederdim.

Bu vakıfta düşünce insanları düzenli olarak programlara getirilir konuları hakkında verdikleri panel veya konferanslardan katılımcıların istifade etmesine gayret edilir. Böylece kültür hizmeti görmeye çalışılır.

Geçmişte yıllarda   bir gün merhum Alâaddin Özdenören ağabeyimiz konuşmacı idi. Ve Necip Fazıl Kısakürek’i anlatıyordu.Üstada sorduğu bir soru üzerine  merhum N.fazıl Kısakürek’in nasıl öfkelendiğini anlatırken üstadın öfkesinden sigarasını (merhum iyi sigara tiryakisi idi) yarıya kadar çektiğini ve  o anda çok kızmış olduğunu söyledi.Ve  öyle bir an geldi;üstada "öyle bir cevap verdim ki!.. Oda bunu beklemiyordu ve şaşırdı." dedi.

- Salonda bulunanlar bir uğultu halinde "ne dedin, ne dedin" dediler.

Alaaddin ağabeyimiz salonu şöyle bir süzdü ve tebessümle;

"..karşımda ki kimdi ve ne diyebilir(d)im, sadece sustum!.." dedi.

Böylece bazı durumlarda susmanın en büyük söz/cevap olduğunu bir kez daha hatırlattı bizlere.

Bir günde Prof.Dr Mehmet Ali Kılıçbay (kendisi o sohbette Müslüman olmadığını söylemişti) ise ayni vakıfta; Amerikanın İslam dünyasına bakışını ve geliştirdikleri politikalarla İslam coğrafyasını sömürdüklerini o bölgede kurdukları krallık sistemleriyle oluşturulan devlet veya devletçiklerin sınırlarının cetvellerle çizildiğini ve başlarına konulan adamların o bölgenin sömürülmesiyle ilgili kişiler olduğunu söylemişti.

Ayrıca; Müslümanların bir araya gelememesi ile ayni siyasi dili konuşamamasının sağlandığını ve Türkiye ile birlikte İslam dünyasının aleyhinde geliştirdikleri stratejileri anlatmıştı. Bizim vakfın geneli  "muhafazakâr" arkadaşlar olduğundan hemen celallendiler “vay kâfirler vay emperyalist köpekler vs" şeklinde homurdanmaya başladılar.

Ve konuşmacı orada ki hazirunu süzerek;

Dedi ki: “Bakın arkadaşlar Amerika ya ve Avrupa’ya ekseriyetle kızdınız ve bir takım laflar ettiniz. Bende size bir soru ile cevap vereyim. Emperyalist dediğimiz bu adamlar Arapları sizi bizi vs gücünün yettiği her ülkeyi sömürüyor ve o sömürü sistemini devam ettirmek için projeler üretiyor staretejik planlar yapıyor. Adamlar seni sömürmek için bunları yaparken;

Sen sömürülmemek için ne yapıyorsun? karanlığa sövmek karanlığı giderir mi?” dedi. 

Mehmet Ali Kılıçbay’a katılmamak mümkün değil çünkü fert, fert biz kendimize düşeni yaptığımızı sanmıyorum.

SADİ ŞİRAZİDEN;

Yazılarımızda çoğu kez Ömer Hayyam ve Sadi Şiraz’ı gibi önemli mütefekkirlerden örnekler verip onları da anlamaya çalışırım.

Bu günde Sadi’nin “Gülistan”ına baktım ve 112.sayfasında çok yemekle alakalı 7. Hikâyesi ilgimi çekti. Bu hikâyeyi okurken “Müslümanların en büyük derdi mideleridir.” Diyen bir arkadaşımı da hatırladım.

HİKÂYE: 7

Bilgelerden biri oğluna çok yemek yemeyi yasakladı;

-Çok yemek hasta eder insanı.

-Ama baba, açlıkta öldürür insanı!

Duymadın mı, ne demiş zarifler: Açlık çekeceğine, tokken öl, daha iyi.

-Ölçüyü kaçırma sen. Kur’an ne der bak:”Yiyin için ve israf etmeyin.”

Yeme ağzından çıkacak kadar.

Kalma ama açlıktan ölecek kadar.

Bulunsa da, yemekte nefsin rahatı.

Azap verir yemek

Kaçırırsan ölçüyü.

Zorla yersen gül şekeri ziyan olur.

Açken yersen kuru ekmeği, gül şekeri olur.

Sormuşlar Hastaya;

-Ne istiyor canın?

Bir şey istemiyor”demiş.

Dolup sarktı mı, ağrısı tutar midenin.

Faydası olmaz o zaman.

 ..ne ilacın,

Ne düzenin.

Selam ve dua ile.