Türkiye dünya gündemiyle, bir yandan da hain ve insafsız “terör belasıyla” boğuşmaktadır.
Ülkemizin bu kadar önemli meseleleri varken ve gidişata üzüntümüz “terörsüz gelecek talebimiz” devam ederken; iç âlemimize “eleştirel bir bakışla” bakmak istedim.
Kendi içimizden bakacak olursak,1999–2000 yılların da idi. Boyabat sesi ve Bizim Karadeniz gazetelerine haftalık yazılar yazıyordum.”Başın Öne Eğilmesin” türküsünün güfte yazarı “Sabahattin Ali” hakkında bir yazı yazmıştım. Çoğunuzun bildiği bu şiir Sinop ceza evinde yazılmıştır bu bakımdan da bizimle ilgilidir.
Ayrıca Sinop ceza evinin durumu da bir insanlık ayıbıdır. Şimdi müze olan ceza evini gezin görecek ve şahsıma hak vereceksiniz.
Bendeniz geçmişte yazdığım o yazıda ideolojiden ziyade “sağcı/solcu” durumuna bakmadan düşünce adamlarının mağdur edilmemesi gerektiğini ve Sabahattin Ali’nin ölümünün beni hala üzdüğünü söylemiştim.
Öyle enteresan eleştiriler aldım ki, çok yakından tanımadığım bir arkadaşım telefon etmiş ve bana “Kardeşim elin Komünistini savunmak sanamı düştü” demişti.
Bu adama anlatabileceğim bişeyin olduğunu düşünememiş ve ağlayacak halimizle gülmeye çalışmıştım.
Farklı düşünenleri tenzih ederim. İnsanımızın maşallahı var. Çünkü her konuda âlimler “Dinden” konuş hepimiz “din” âlimiyiz. Siyasetten konuş, zaten hepimiz “Siyasi dehayız”.
Tıptan konuş hepimiz birden 25 yıl Avrupa’da eserleri ders kitabı olarak okutulan İbni Sin-ayız. Tarih zaten bizim işimiz hepimiz “ “HERODOT” tarihin babasıyız. Derken konuşmalara bakınca sanki “Bilge” bir toplumuz.
Keşke öyle olsak ve belkide öyleyizdir de. Biz farkında değilizdir. Ama görüntü maalesef bu düşünceyi doğrulamıyor. Genel de düşünmeyen, başkalarını beğenmeyen ve boyumuzdan büyük işlerle uğraşan sabırsız bir toplum görüntüsü veriyor.
Adam ömründe iki keçi gütmemiş(İdari yönden söylenmiştir.) Evini idareden aciz kalkıyor. Dünya emperyalistlerinin her taraftan kuşattığı ve içerideki işbirlikçilerin desteğiyle yıkmaya çalıştığı Osmanlı İmparatorluğunu 33 yıl ayakta tutan ve üstün zekâsı ile akıllı ve dirayetli bir lider olduğu dost ve düşman herkes tarafından kabul edilen; Dönemi itibariyle dünya liderleri içinde “Eğitime” !...en çok önem veren, Bugün bile çok büyük proje durumunda bulunan İstanbul, Bağdat, İstanbul-Hicaz demiryolu projesini tamamlayan. Allah ve peygamber dostu evliyalardan olduğuna inandığımız.
Parayla toprak satmayan ve 1.dünya harbinde Yunanın Türkiye ye girmesiyle Başkenti İstanbul’dan Konya ya taşıma kararını bildiren, Talat Paşa ve Ekibine İstanbul’un düşeceğini bile, bile İstanbul’u terk etmeyen, Bizans hükümdarından daha mı alçak ve korkağım ki, Anadolu’ya kaçayım. Gerekirse düşmanla çarpışarak ölürüm. Diyerek İstanbul’un düşmesine mani olan ve Talat Paşa huzurdan çıkınca “Biz kimi indirip kimi İş başına getirmişiz” dediği Ulu hakan II. Abdülhamit Han’ın aleyhinde konuşuyorlar ve günün şartlarını bilmeden ağza alınmayacak abuk sabuk laflar ediyorlar.
Böylesi insanlara diyecek bişey bulamıyorum. Allah’tan korkmuyorsanız bari tarihten utanın diyerek, “Her Yönüyle Sultan İkinci Abdülhamit” Mustafa Müftüoğlu’nun 1985 yılı baskılı, kitabını tavsiye ediyorum.
Birde Sultan Vahdeddin hakkında, gelişi güzel yazılar yazılıyor. Kesinlikle bilinmelidir ki; Vahdeddin bir hain değildir. İngiliz Gemisine sığınmamış kaçmamıştır. Günün şartları içinde Saltanatın kaldırılmasıyla sınır dışı edilmiş ve İngiliz gemisine bindirilmiştir.
Sultan Vahdettin Hanım Sultanlardan birinin saraydan aldığı altın tabakayı da “o milletin malıdır” diyerek bıraktıracak kadarda soylu bir İmparator ve Halifedir.
Bizlere öğretildiği şekliyle İlkokulda heyecanla okuduğum “Haykırdı Alçak diye Sultanın Suratına” ifadeli şiiri okuyuşuma da hala üzülürüm. Vahdeddin hakkında da Prof.Dr. Metin Hülagü’nun “Yurtsuz İmparator Vahdeddin” ‘İngiliz Gizli Belgelerinde Vahdeddin ve Osmanlı Hanedanı’kitabından faydalanılabilir.
Birde “Din” Reformcuları; Bendeniz “dinde” reform olmayacağına inanmış biriyim. Dinde Reform gerekmez problemleri çözmek için işti hat kapılarının açık olması yeterlidir. Reformcu anlayışa ihtiyaç yoktur. Mesela Kuranı doğrudan anlamak aracıya ne gerek var diyerek “Sünneti” görmezlikten gelmek ve sünneti unutturmak isteyenleriler!.. İslam’ın “İşti hat” Kapısından haberi olmayanlardır.
Eğer ki İslami anlamada aracı gerekmeseydi Cenabı Hak peygamberler göndermez bizlere doğrudan din vaaz ederdi. Beşeri kanunları bile anlayamayan ve ayrı bir hukuk ihtisası gerektiğine inanan bizler “metafiziği”(Fizik ötesini veya öteler ötesini) nasıl anlayabilirdik?
Aslında herkes haddini biliverse ne iyi olur değimli? Umarım “Diyanet İşleri Başkanlığı” çeşitli vesilelerle bu konulara açıklık getiriyordur. Onu onlara bırakalım. Herkesin anlayışına göre din olmayacağını bilelim peşine düştüğümüz insanlar isterse Profesör olsun fark etmez!..Biliyoruz ki İki yanlış bir doğru etmez.
Kendi yazı ve eleştirenlerime gelince;
Bir zamanlar benim bir belalım vardı. “Büyük Ergenekon” Bu beyefendi benim buraya yazmaktan hicap duyacağım “ifadeler” kullanır ve ben o sözleri yazmaya utanırdım.Sadece “Gazetemize” saygısızlık derecesine getirmeden bu sözleri iade etmiyor “sahibine” aittir diyorum.
Ayrıca bu şahsı tanımıyorum kişisel bir meselesi varsa “gazetemize de saygısızlık etmeden” gerekiyorsa şahsi telefonum ve “mail” adresim “gazetemizde var” lütfen oraya ne derdi varsa söylesin. Diyede yazmıştım.
Bu kadar hakarete rağmen o arkadaşımızı “Okurum” kabul ediyordum. Ama İnsaf diyerek, okumadan/öğrenilmeden âlim olunmayacağını hatırlatıyorum. Ve “Edep Ya Hu” diyorum.
Diğer okur ve eleştirmenlerime gelince, hep pohpohlanmak nefsime hoş gelir. Zaten Mevlana da “Marifet İltifat’a tabidir” diyor ama doğruyu bulmada yardımcı olmuyor. Demek ki yanlışı da söylemek gerekiyor. Ama usturuplu bir biçimde edep ve hayâ dairesi içinde kalarak. Gerçi herkes ayni düşünme durumunda değil ama işte bir ölçü olmalıdır.
Yazımız başlığını “Eleştirel bir Yazı” olarak koyduk ama okurlarımın “Hasbıhal” kabul edeceğini düşünüyor ve alakanıza teşekkür ediyorum.
Hoşça kalın!...
Nezih Yıldırım 20.11.2018