Bu yazıyı 20 Ocak 2011 tarihinde yazmış ve ayni günde yayımlamışım. Aradan 8 yıl geçti o gün 18 yaşında olan delikanlı bugün 26 yaşına geldi. Geçmişi genç kuşaklara aktarma ve tarihi şuurlarını diri tutma gayesi ile bu yazıyı yeniden yayımlamak istedik. Yazımıza konu film bazı yabancı kanallarda hala gösteriliyor. Bizde “ayni” yazıyı yeniden yayımlıyoruz.
Yazının tamamı;
Bizde “Dinime Söven bari Müslüman olsa” diye bir laf vardır. Bu özdeyişi hatırlatan ifade ile “Tarihi film yapanlar bari tarihi bilse veya tarihi gerçeklere saygılı olsa en azından tarihimizi bilmediklerini bilseler daha saygın olurlardı” dediğim oluyor.
Para kazanma uğruna tarihimizi katledenler maalesef ceplerinde “Türkiye Cumhuriyeti” kimliği taşıyor ve devletin her imkânından yararlanıyorlar. Bunların tarih bilgisi ve öğrenme gayretide yok. Tarihi kaynakları; Geçmişte Sefir olarak İstanbul’da bulunup, Osmanlı Sarayında neler olup bittiğini kendi iç dünyalarında kurguladıkları hayal âlemlerini ülkelerine rapor eden, sefir(elçi)lerin yazdıklarından oluşmaktadır.
Böylesi hayal âlemi sanal bir bilgi ile şanlı ecdadımız “uçkuruna düşkün âlemden başka “âlem” tanımaz olarak” gösterilmek istenmektedir. Bu durum normal olamaz, olsa, olsa bir maksadın ürünü olabilir.
Son günlerde milleti ekranlara kitleyen (Muhteşem Yüzyıl) Filmini tamamıyla değil ama kısmen seyrettim. Kısmen seyretmiş olmam bile canımın sıkılmasına ve tarihe ters düşen seviyesiz sahneleri görmeme yetti.
Tarihimizle ilgisi bulunmayan böylesi filimlerin çoğu, üzücü olsada maalesef devlet desteğiyle yapılmaktadır. Filmi genel hadleriyle değerlendirecek olursak filmdeki “Kanuni” bizim tanıdığımız dedemiz “Kanuni” asla değil.
Saltanat makamında en uzun süre oturan ve ölümünde bile seferde bulunan bir Hünkârın filmi yapılırken daha duyarlı davranılmalıydı. Bu film sıradan bir film değil bir milletin şanlı geçmişini anlatan ve tarihe ters düşmeme duyarlılığı ile yapılması gereken çok önemli bir film olmalıydı. Çükü bu büyük milletin tarihi misyonu (görevi) ve tarihi sorumluluğudur.
Ben bunu yazarken “Kanuni”nin Affedersiniz “cinsel hayatı” yoktu falan demek istemiyorum. Diğer İnsanlar gibi onun da Hükümdarda olsa bazı ihtiyaçları, onunda bir kalbi vardı ve bir aşkı olması kadar doğalda bir şey olamazdı.
Ama sanat adına film yapanlarında bu millete karşı bir sorumluluğu olmalı ve değerlerimizi inkâr noktasında “haremle, haramı ve hamamı” karıştırma hakkı bulunmamalı.
Osmanlı Sultanlarının özellikle ilk onuna (Kanunide buna dâhildir)söyleyecek lafımız ve eleştirmeye hakkımız olmamalı. Eleştirirken en azından vicdanlı ve geçmişe saygılı olmalıyız.
Çünkü adamlar at üzerinden inmemiş ve “ila’yı Kelimetullah uğruna” kılıç sallamış ve Allah’ın izniyle fetihlerde bulunmuşlardır.
Şu gerçeğide bilmeliyiz ki Osmanlı hiçbir ülkeyi İngilizlerin yaptığı gibi sömürge yapmamış ve gittiği yerlerde de adaletle hükmettiği için 6 yüz yıl ayakta kalabilmiştir.
Ayrıca, “Kanuni” Osmanlı padişahlarından biri değil, dünyada görülen hükümdarların en muhteşemlerinden biridir.
Bunun için batı âlemi “Le Manifigue” yani (Muhteşem) ve “Grand”(Büyük) dediği 13 tane büyük “Gazaya”(ordunun başında) fiilen iştirak ettiği gerçeğini bilmeden tarihi şuursuzlukla yapılan filmdeki görüntü, “Osmanlı Sarayında kadından zevkten sefadan” başka bir şey yapılmamış havası vermektedir.
Hâlbuki Kanuni devrine baktığımız da, Bir milyar civarında veya az üzerindeki dünya nüfusunun yaklaşık %55’i diyebileceğimiz kadarı, Osmanlı topraklarında yaşıyordu ve “Kanuni” batılıların gözünde “Muhteşem” Süleyman ve bir kanun adamı” Adil bir hükümdar olarak görülüyordu.
Bir mektupla Avrupa’da ki dansı yasaklayacak güçte idi.
“Kanuni” dünya milletleri tarafından adil hükümdar olarak kabul görmüş muhteşem ve dirayetli idi. Böyle bir Hünkâra biz, araştırmadan soruşturmadan şunu bunu yapıyordu ve ezberden içki içiyordu gibi iftiraya varan isnatlarda bulunuyoruz.
Bir insanın içki içip içmediği, bence çok önemli bir olay da değildir. Önemli olan o insanların neler yaptıklarıdır. Edison’u inkâr etmek “ampulü” bulma gerçeğini yok etmez. Ama doğruyu söylemek bir bakıma hakkı teslim etmektir.
Sonuçta düşmanların yapamayacağını, kendi kendimize yaparsak “Mesela gece yarısı ekspres filmini” biz çevirmeye kalkarsak bu kendimizi inkâr ve geçmişimizi de ret anlamına gelir.
Bizimse geçmişimizi inkâr edecek bir ayıbımız yok, üstelik 7 denize hâkim olmuş üç kıtada at oynatmış milletimizin utanılmayacak şanlı bir tarihi var.
Geçmişimize sahip çıkmak ancak “Tarihimizi bilmek ve saygı göstermekle” mümkün olur. Gerisi lafı güzaftır.
Selam ve dua ile.